Turumuzun 5. gününde açılışı UNESCO dünya kültür miras listesinde yer alan tarihi şehir Sintra'da yapıyoruz. Burada yağmurlu havaya rağmen Sintra dağlarının muhteşem manzarasını görme fırsatı elde ediyoruz. Sintra'nın kara lahana çorbasının meşhur olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Hatırlayanlarınız bilecektir, Taste Atlas okurlarının verdiği oylamadan yola çıkarak 2023 yılında Türkiye'den kara lahana çorbasını dünyanın en kötü 7. yemeği olarak açıklamıştı. :) Mağazalarda bol bol seramikler gözüme çarpıyor. Bunun nedenini araştırdığımda ünlü Portekiz kralı I. Manuel (1495-1521) seramikleri seviyormuş ve gösteriş amaçlı Sintra'daki sarayı için 16. yüzyılın başlarında onbinlerce özel çini fayans yaptırmış. Bu sayede Sintra'nın seramik çinileri dünyaya nam salmış. Yağmurdan da korunmak adına kendimi bir arkadaşımla birlikte Sintra sarayına atıyorum. Sintra sarayının içinde birçok oda ve bölümü keşfetmek mümkün. Benim açımdan en dikkat çekici olanları arasında sarnıç avlusu, saray müzesi, tahta salonu, arabesk salonu, çin odası ve kraliyet şapeli yer alıyor. Özellikle tahta salonu tavanının kuğu motifleriyle süslü olması nedeniyle oldukça etkileyici. Rivayete göre kuğu sadakat anlamına geliyormuş.
Gezinin devamında soluğu Cabo da Roca'da alıyoruz. Burası Avrupa kıtasının en batı ucu noktası olarak biliniyor; muhteşem deniz manzarası, kayalıkları ve uçurumları seyretmeye doyamayacaksınız. Cabo de Roca aynı zamanda Luis de Camoes'in "Lusiadas" adlı eserinde bahsedilen "burası dünya sonudur, buradan daha batıya gidemezsiniz" ifadesiyle de tanınır.
Ardından tam gaz yola devam ediyoruz ve bir sonraki durağımız 19. yüzyıl döneminin soylularının yaz aylarında vakit geçirmek için gittiği Atlantik kıyısındaki Cascais sahil kasabası oluyor. Günümüz Portekiz'in en zenginlerinin ve dünyaca ünlü futbolcu Cristiano Ronaldo'nun da burada evi varmış. Cascais'e deniz yolu ile geldiğinizde cehennem ağzı (boca do inferno) kayalıklarının arasından ulaşabiliyorsunuz. Yaz mevsiminde okyanusta surf severleri sıklıkla görmek mümkünmüş. Yol üzerinde otobüsümüzden inmeden lüks otelleri ve sahilleriyle bilinen Estoril'den geçiyoruz. Kumar tutkunlarının uğrak noktası olan meşhur Estoril casino'sunu uzaktan da olsa görüyoruz.
Gezmelere doyamadığımız bir gün oldu ve serbest zaman için tekrardan Lizbon'a geri döndük. Burada arkadaşlarla Taste Atlas değerlendirmesine göre dünyanın en iyi yemekleri arasında gösterilen deniz mahsullü pilavını (arroz de marisco) tarifiyle ünlü olan salaş bir mekanda tattık. Büyük bir tencere içerisinde gelen yemeği 6 kişi bitiremedik, o derece doyurucuydu. Hepimizden lezzet anlamında geçer not aldı. Minik bir çarşı turu ve kahve / pasta faslı sonrası gecenin finalinde fado müziğini dinlemek amacıyla şehrin arka sokaklarında bulunan bir eğlence mekanına doğru ilerledik. Yolda Santa Justa asansörünü kullanmak yerine merdiven basamaklarını tek tek tırmanmayı tercih ettik. Muhabbet eşliğinde 2 saat kapı önünde beklemenin nasıl geçtiğini anlamadıktan sonra fado evine (casas de fado) hep birlikte girdik. Bir taraftan Sangria'larımızı yudumlarken diğer yandan kendimizi fado'nun melankolik havasına kaptırdık. Fado genellikle aşk, kayıp, ayrılık ve özlem gibi derin duyguları anlatan bir müzik türü olarak biliniyor. Burada da şarkıcılar sırasıyla ve kısa molalar vererek duygusal ve dokunaklı şekilde şarkılarını seslendirdiler.