Dünya artık tüketmek değil, paylaşmak istiyor. Hem zaten tüket tüket nereye kadar, bu tüketim çılgınlığının sonu yok ki? Dünyada hızla yayılan bu paylaşım akımının oldukça basit bir konsepti var; tüketiciler firmalara gitmek yerine ihtiyaçlarını kendi aralarında ve üstelik doğrudan temasla karşılıyorlar. Nasıl mı? Alıcı oldukları ürün ya da hizmet karşılığında kendi hizmetlerini, kullanmadıkları eşyalarını değiş tokuş yapıyorlar. Bazen ödünç vererek ya da bedavadan hediye ederek alışverişi sürdürüyorlar. Bu alışverişlerde bahsettiğim eşya ve hizmetler kategorisinin içinde aklınıza gelen her şey var; ev, araba, bisiklet, sehpa, ütü, bahçe, kıyafet, gerdanlık, zaman...
Paylaşım ekonomisinin değerli bir ekonomik akım olarak hızla gelişmesinin ve yaygınlaşmasının birkaç önemli sebebi var; ilki teknolojik gelişim, diğeriyse hızla artan insan nüfusu... 2050 yılına gelindiğinde dünya üzerinde yaşayan insan nüfusunun 9,3 milyar olacağı tahmin ediliyor. Özellikle şehirlerde artık dip dibe, birbirimize yapışık halde yaşıyor olacağız. Tabi bu arada gelişim süreci boyunca yaşanan finansal, çevresel ve sosyal krizlerin dünya insanının gözünü açtığını da görüyoruz. Artık hayatın anlamının "tüketmek" olmadığını öğreniyoruz. Bir de bu unsurlara gelir eşitsizliğindeki artışı da eklersek ve üstüne üstlük yeryüzü kaynaklarının tükeniyor olduğunu da hatırlarsak, birbirimizle paylaşmayacağız da ne yapacağız değil mi?
Bu doğrultuda bir içeri, bir dışarı kuralını hayatınızın bir parçası yapabilirsiniz. Yeni aldığınız her bir şey için evinizden bir şeyi paylaşmaya, başka birine vermeye ne dersiniz? Örneğin "yeni bir pantolon, eski bir pantolon evden çıkmadan alınmaz" gibi... Emin olun, isteklerimizin sonu yok. Öte yandan daha fazla, daha iyi anlamına gelmiyor. En aza ihtiyaç duyarak zengin olmak da mümkün. Sade hayatın bir erdemi var. Bir defa hayat "şeylere sahip" olunca değil, "yaşayınca" güzel oluyor. Hayatınızda her zaman yapacak bir işiniz, sevecek özel bir kişiniz ve yarın için umudunuz olsun... :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder