Logo

Logo

28 Aralık 2025 Pazar

Hot-take dating: Cesur fikirlerle aşkı yeniden tanımlamak 🔥💬

Online dating dünyasında herkes aynı cümleleri kuruyor:

“Merhaba, nasılsın?”
“Boş zamanlarında ne yaparsın?”
“Kahve mi, çay mı?”

Peki ya biri çıkıp daha ilk mesajda şunu söylese:

Hot take: Ruh eşi diye bir şey yok, doğru zamanda gösterilen emek var.

İşte tam bu noktada sahneye yeni bir flört trendi çıkıyor: Hot-take dating.


🔍 Hot-take dating nedir?

Hot-take genelde iddialı, tartışmaya açık ve duyanı bir an durduran fikirler için kullanılır.

Hot-take dating ise flörtte:

  • Güvenli klişeleri bırakmayı,

  • Kişiliğini ilk andan itibaren ortaya koymayı,

  • “Herkes gibi” değil, “kendin gibi” olmayı seçmektir.

Yani mesele karşı tarafı etkilemekten çok şudur:

“Ben böyle düşünüyorum. Sen ne düşünüyorsun?”


💥 Neden bu kadar etkili?

Çünkü modern dating dünyasında asıl kıt olan şey:

  • Samimiyet ❌

  • Cesaret ❌

  • Fikir ❌

Hot-take kullanan biri ise daha ilk mesajda şunu söyler:

“Benim bir duruşum var.”

Bu da karşı tarafta üç güçlü etki yaratır:

1) Merak uyandırır

2) Sohbeti başlatır

3) Duygusal filtrelemeyi hızlandırır (Boşa vakit yok!)


🧠 Hot-take dating = Mini kişilik testi

Etkili bir hot-take şuna yarar:

  • Senin değerlerini gösterir

  • Karşı tarafın zihinsel esnekliğini ölçer

  • Uyum ihtimalini erkenden ortaya çıkarır

Örnek:

Hot take: "İlişki kendiliğinden yürür" diyenler genelde yürütmek istemeyenlerdir.

Bu cümleye verilen cevap karşındaki kişinin ilişkiye bakışını ele verir.


🔥 Flörtte kullanılabilecek hot-take örnekleri

💬 Hafif ve eğlenceli
  • Hot take: İlk buluşmada kahve fazla risksiz.

  • Hot take: "Netflix & chill" aslında ciddi bir kişilik testi.

💡 Düşündüren
  • Hot take: Aşkta reddedilmek değil, belirsizlik daha yıpratıcı.

  • Hot take: Doğru kişi değil, doğru iletişim var.

❤️ Duygusal & cesur
  • Hot take: İnsanlar yalnızlıktan değil, yanlış ilişkilerden yoruluyor.

  • Hot take: Sevgi his değil, davranıştır.


⚠️ İnce ayar: Her hot-take işe yaramaz

Hot-take dating provokasyon ister ama saygıyı kaybetmemelidir.

🚫 Şunlardan kaçın:

  • Aşağılayıcı fikirler

  • Cinsiyetçi genellemeler

  • ‘Ben böyleyim, beğenmiyorsan git’ tonu

🟢 Şunları hedefle:

  • Açık uçlu cümleler

  • Tartışmaya davet eden fikirler

  • “Sen ne düşünüyorsun?” alanı

Unutma: Amaç kazanmak değil, bağ kurmak.


🌱 Hot-take dating’in gizli kazancı

Bu yaklaşımın en güzel tarafı şudur:

Yanlış insanları daha hızlı elersin.

Seni gerçekten anlayan biri:

  • Fikrini savunmana izin verir

  • Katılmasa bile saygı duyar

  • Sohbeti büyütür

Diğerleri ise zaten kendiliğinden elenir. Ve bu bir kayıp değil, zaman kazancıdır.


Son söz: Cesaret çekicidir

Hot-take dating herkes için değildir. Ama kendisiyle barışık, fikri olan ve gerçek bağlantı arayanlar için güçlü bir filtredir.

Bir sonraki eşleşmede şunu dene:

Hot take: Flörtte en seksi şey dürüstlük.

Sonrası zaten sohbet… 😉


21 Aralık 2025 Pazar

Zor yöneticilerle zaman kazanma taktikleri

Özellikle zor yöneticilerle (örn. yüksek ego, düşük sabır, yüksek kontrol ihtiyacı olan profiller için) çalışırken “oyalama” değil, beklentiyi yeniden çerçeveleme ve süreci kontrollü yavaşlatma işe yarar. Aşağıdaki taktikler İK profesyonellerinin sahada en sık kullandığı, yüksek kabul gören ve iz bırakmayan yöntemlerdir;


1) Stratejik netleştirme tuzağı

Zor yöneticiler “hız” ister ama çoğu zaman ne istediğini netleştirmemiştir.

Cümle kalıbı:

“Bunu en doğru şekilde ilerletebilmem için bir noktayı netleştirmek istiyorum…”

Ardından 2-3 kritik soru sor:

  • Öncelik mi, mükemmellik mi?

  • Kısa vadeli mi, kalıcı çözüm mü?

  • Kimleri etkileyecek?

🎯 Kazanç:
Yönetici kendini düşünürken saatler hatta günler kazanırsın.
Psikolojik olarak: “Bu işi ciddiye alıyor” algısı oluşur.


2) Veri & risk kalkanı

Zor yöneticiler genelde sonuçtan sorumlu tutulmaktan korkar.

Cümle kalıbı:

“Bunu hemen yapabiliriz ama olası bir X riskini görmezden gelmiş oluruz. İsterseniz iki senaryo hazırlayayım.”

🎯 Kazanç:

  • “Hemen yap” baskısı → “Bir düşünelim” moduna döner.

  • Senaryolar zaman tamponu yaratır.



3) Yetkiyi ona geri verme tekniği

Kontrol seven yöneticiler karar vermeyi sever, ama kararın yükünü sevmez.

Cümle kalıbı:

“İki alternatif var. Hangisi sizin yaklaşımınıza daha yakın olur?”

🎯 Kazanç:

  • Karar onun olur.

  • Süreç senin kontrolünde yavaşlar.

  • Sonradan fikir değiştirirse sorumluluk geri döner.


4) Takvimle oyalama

Zor yöneticiler genelde takvimlerine saygı duyar.

Cümle kalıbı:

“Bunu haftaya kısa bir checkpoint’le ele alalım mı? O zamana kadar ön çalışmayı tamamlayayım.”

🎯 Kazanç:

  • “Sonra konuşalım” → resmi hale gelir.

  • Araya başka gündemler girer.

  • Konu soğuyabilir.


5) Kurum kalkanı

Bireysel çatışmayı kurumsal çerçeveye taşırsın.

Cümle kalıbı:

“Bu yaklaşımı daha önce X projede denemiştik, aynı çerçevede ilerleyebiliriz.”

🎯 Kazanç:

  • “Ben istemiyorum” demek yerine

  • “Kurum böyle yapıyor” demiş olursun. Zor yöneticiler kuruma karşı daha temkinlidir.


6) Mikro-ilerleme stratejisi

Büyük beklentiyi küçük adımlara böl.

Cümle kalıbı:

“İlk etapta sadece A kısmını yapalım, çıktısına göre devam edelim.”

🎯 Kazanç:

  • Büyük iş → küçük iş gibi algılanır.

  • Süreç doğal olarak uzar.

  • Baskı düşer.


7) Sessiz öncelik değiştirme

Zor yöneticiler “her şey acil” der.

Cümle kalıbı:

“Bunu X ile paralel götürürsek hangisini önceleyelim istersiniz?”

🎯 Kazanç:

  • Seçim yapmak zorunda kalır.

  • Sen değil, o ertelemiş olur.


Altın kural (İK perspektifi)

Zor yöneticilerle zaman kazanmanın sırrı:

Hızı yavaşlatırken niyetini hızlandırıyor gibi göstermektir.  Başarılı bir İK profesyoneli talepleri hızlı cevaplayan değildoğru hızda ve doğru bağlamda yöneten kişidir.

Onlar şunu hissetmeli:

  • “Kontrol bende”

  • “Bu kişi işi sahipleniyor”

  • “Beni zorlamıyor”


20 Aralık 2025 Cumartesi

Hiperüretkenlik: Bir günde 36 saat yaşıyormuş gibi hissettiren yeni nesil tuzak

Hiç “Bugün inanılmaz çalıştım!” diye düşünüp sonra iç sesinizin fısıldayan bir tonda “Ama bu kadar hızlı olmak normal mi” dediğin oldu mu?
İşte tam o noktada hiperüretkenlik devreye giriyor: modern çağın parlak görünen ama gizli maliyeti yüksek üretkenlik illüzyonu.

Hiperüretkenlik özünde “İnsanüstü tempoda çalışıyorum, duramam, durursam düşerim!” psikolojisinin kibar bir adı.


Peki hiperüretkenliğin belirtileri neler?

Karşınızda “Ben değilim ya bu!” deyip bir yandan gülümserken içten içe tokatlanmış hissedebileceğiniz semptom listesi:

🔸 1) 5 dakikalık iş için 7 sekmeli bilimsel çalışma moduna geçmek

“Bir Excel dosyası göndereyim” dersiniz ama kendinizi pivot tablolara, VLOOKUP’lara, üç boyutlu grafiklere dalmış bulursunuz.
Sanki NASA bu dosyayı kullanacak.

🔸 2) Boş kalınca suçluluk duymak

Bir kahve molası verirsiniz ve hemen düşünürsünüz:
“Bir şey unutuyor muyum? Çalışmam gerekmiyor mu? NEDEN MUTLUYUM ŞU AN?”

🔸 3) “Sadece bir işlerime bakıp çıkacaktım” sendromu

Cumartesi sabah 09.00 → “Bir maile bakıp çıkayım.”
Cumartesi akşam 17.00 → Elinizde filtre kahve, gözleriniz kan çanağı, 48 sekme açık…

🔸 4) Bir işi bitirir bitirmez yenisine zıplamak

Kutlama mı?
Kendinizi ödüllendirmek mi?
Asla!
“Tamam bu bitti… sıradaki gelsin!”


Ama neden böyle olduk?

Hiperüretkenlik aslında üç modern tetikleyicinin ortak çocuğu:

🚀 1) Gösteriş kültürü

“Ben bugün 75 mail cevapladım.”
“Ben 3 proje teslim ettim.”
“Ben 4 saat uyudum, full çalıştım.”
Bu cümleler bir anda başarı göstergesine dönüştü.

📱 2) Sürekli erişilebilirlik hali

Telefonumuz “Hadi işe dön” diyen sevimli ama toksik bir ev arkadaşı gibi.

🎯 3) Üretkenlik araçlarının paradoksu

Notion, Asana, Trello, Time-blocking…
O kadar çok verimlilik aracı var ki, bazen araçlar için bile araç gerekiyormuş gibi hissediyoruz.


Hiperüretkenlik neden tehlikeli?

Çünkü görünüşte “çok şey başarmak” gibi dursa da uzun vadede:

  • Tükenmişlik yaratıyor

  • Yaratıcılığı azaltıyor

  • Hayattan alınan keyfi düşürüyor

  • Üretkenliği bile düşürüyor (ironinin alasına bak)

Turbo modunda çalışan bir telefon gibi: hızlı, parlak, etkileyici…
Ama şarj çok hızlı bitiyor.


Peki çözüm?

Köklü bir terapi gerektirmiyor merak etme. Başlamak için küçük hack’ler bile iş görüyor:

🧘 1) “Durmak” pratiği

Boş zaman lüks değil. Şarj kablon.

🗂️ 2) Tek hedef kuralı

Bir anda 8 proje değil, 1 odak.

3) Dinlenmeyi planlamak

Takvime “bir şey yapmama saati” eklemek normaldir.
(Özellikle de hiperüretkenlikten muzdaripsen)

💬 4) Kendine şu soruyu sor:

“Gerçekten yapmam mı gerekiyor, yoksa sadece yapıyor mu olmak istiyorum?”

Bu soru bazen devrim yaratır.


Sonuç: Hiperüretkenlik üretkenlik değildir.

Üretken olmak güzel. Ama hiperüretkenlik?
sürekli hızlı koşan ama nereye gittiğini bilmeyen koşucu sendromu.

Gerçek başarı çoğu zaman hızda değil: denge, netlik ve sürdürülebilirlikte.

Bir günlüğüne frene bas, dünya dönmeye devam ediyor.
Hatta bazen sen durunca daha güzel dönüyor.


14 Aralık 2025 Pazar

Akdeniz kıyısında sarı-kırmızı bir gece: Monaco’da Galatasaray'lı olmak

Bazı seyahatler vardır; bavuldan önce heyecan hazırlanır.

8-10 Aralık 2025 tarihleri arasında çıktığımız Monaco-Galatasaray Şampiyonlar Ligi turu da tam olarak öyleydi. Maç takvimdeydi ama bu yolculuk; Akdeniz, parfüm, tarih, alışveriş ve sarı-kırmızı duygularla dolu gerçek bir hikayeye dönüştü.


📍 8 Aralık | Marsilya’dan Nice’e: Akdeniz’e merhaba

Marsilya havalimanına indiğimiz an Akdeniz havası yüzümüze çarptı.
Burası sadece limanlarıyla değil, dünyanın en iyi Marsilya sabunlarının doğduğu yer olmasıyla da meşhur. Daha ilk dakikada “bu seyahat güzel kokacak” dedik içimizden.

Côte d’Azur otoyolundan Nice’e doğru ilerlerken Akdeniz’in mavi tonları eşliğinde tarihe de kısa bir selam verdik: Korsika adası açıklarında Barbaros Hayrettin Paşa’nın Akdeniz’de bıraktığı izler kulaklarımızda çınladı.

Akşamüstü Nice şehir merkezindeki Novotel’e yerleşirken maç moduna geçtik.
🎗️ Maça özel atkılar dağıtıldı.
Heyecan yükseldi. Bu sadece bir şehir turu değil, bir Galatasaray yolculuğuydu.


📍 9 Aralık | Nice - Èze - Monaco: Parfüm, panoramik manzara ve sarı-kırmızı istila

Güne kahvaltı sonrasında Promenade du Paillon ve Promenade des Anglais boyunca yaptığım keyifli bir yürüyüşle başladım. Deniz, palmiyeler ve sabah güneşi… Nice sabahları gerçekten başka.

Bir sonraki durak: 📸 Villefranche-sur-Mer
Fransa’da milyarderlerin en çok tercih ettiği yarım adalardan biri. Manzara mı? Kartpostal.

Ardından masalsı sokaklarıyla Èze köyü. Burada Fragonard parfüm fabrikasını gezdik.
En çarpıcı bilgi şuydu: 👉 Tek bir parfüm formülü üzerinde 5-8 yıl çalışılabiliyor.
Sabır, emek ve koku… Biraz da kariyer metaforu gibi.

Öğleden sonra Place Massena’da noel pazarı,
📍 Colline du Chateau’dan Nice manzarası,
🚶 Port Lympia boyunca yürüyüş…

Akşam Vieux Nice’te arkadaşlarla yenen keyifli bir akşam yemeğinin ardından artık tek hedef vardı: 🏟️ Stade Louis II - Monaco

Otobüsle Monaco’ya girişte polis eskortu eşliğinde stada ulaştık. Ve sonra olan oldu…

👉 Stadyumu Türkler ele geçirdi.
Maraton tribünü adeta İstanbul’a taşındı. Marşlar, atkılar, sesler…
Bir an için Monaco değil, sanki Aslantepe'deydik.






📍 10 Aralık | Torino üzerinden dönüş: İtalya molasıyla final

Son gün rotayı İtalya’ya çevirdik.
🚌 Nice’ten Torino’ya doğru yola çıktık.

📍 Torino Outlet Village
Alışveriş, öğle yemeği, kahve…
Maçın yorgunluğu yerini keyifli bir kapanışa bıraktı.

Akşam saatlerinde Torino havalimanından İstanbul’a dönüş.
Valizler dolu, telefonlar fotoğraf dolu, ama en önemlisi:
👉 Hikayeler dolu.



✨ Son söz

Bu seyahat bize bir kez daha şunu hatırlattı:
Bazı maçlar skorla, bazı yolculuklar ise anılarla kazanılır.

Monaco-Galatasaray maçı bahane, Akdeniz’den prensliğe uzanan bu hikaye ise şahane bir hatıraydı. 💛❤️

7 Aralık 2025 Pazar

Quasi-work zones: Çalıştığımızı sandığımız ama aslında çalışmadığımız o büyülü alanlar

Bir kahve alalım. Rahat bir koltuk bulalım. Kulaklıkları takalım.
Laptop’u açalım.
…Ve hiç çalışmayalım.

Hoş geldiniz quasi-work zones evrenine!
Türkçe karşılığıyla “yarı-iş alanları”, yani çalışıyormuş gibi yapmanın sanatının icra edildiği kutsal mekanlar.

Peki bu alanlar tam olarak ne?
Neden hepimizi kendine çekiyor?
Ve neden bir türlü “gerçek işe” geçemiyoruz?

Hadi gelin, bu modern çağ fenomeninin içine birlikte dalalım.


Quasi-work zone nedir?

En basit haliyle:

Çalışmayı planladığınız, azıcık çalıştığınız ama çoğunlukla çalışmadığınız alan.

Cafe, coworking alanı, uçak, tren, otel lobisi, sahil kenarı, hatta evdeki balkon…
Oradasınız ama tam olarak çalışmada değilsiniz.

Laptop açık.
Not defteri masada.
Gözünüz ciddi görünüyor.
Ama zihniniz TikTok’ta viral olan son “life hack”te.

İşte burası bir quasi-work zone.


📌 Neden bu alanlara bayılıyoruz?

Çünkü beynimiz bu yerleri “üretkenlik illüzyonu” olarak okuyor.

Bir nevi:

  • “Ortam çalışmalık!”

  • “Herkes bir şeylerle meşgul!”

  • “Ben de çalışıyorum!”

…diyoruz ama gerçekte sadece çalışma atmosferinin influencer’ı oluyoruz.

Bilimsel olarak açıklamak istersek:
Dopamin arttırıcı sosyal ortam + düşük iş baskısı + yüksek konfor = sahte üretkenlik hissi.


💡 En çok karşılaşılan quasi-work zone türleri

1) Hipster cafesi

Avokadolu tost + flat white + MacBook üçlüsü.
Çalışma değil, çalışma estetiği ön planda.

2) Coworking alanı

“Birazdan toplantım var” diyen ama aslında Canva’da sunum kapağı tasarlayan kalabalık.

3) Tatilde çalışıyormuş gibi yapma alanları

Havuz kenarında MS Teams görüşmesi.
Ekran parlaklığından kimse sizi görmüyor ama siz yine de çok ciddisiniz.

4) Balkon home office

15 dakika çalışıp 45 dakika sokağa bakma kültürü.

5) Tren/Uçak

Nedense herkes burada daha yaratıcı olduğunu iddia eder.
Aslında sadece offline oldukları için mail bakamıyorlardır.


🎯 Quasi-work zone’ların avantajları

➡️ Yaratıcılığı artırıyor (çünkü sorumluluk hissi düşük).
➡️ Motivasyonu yükseltiyor (“Ben çalışıyorum, bak laptop bende”).
➡️ Rutin bozuyor (bazen gerçekten farklı geliyor).
➡️ Networking çıkarabilir (diğer yarı-çalışanlarla).


🔥 O halde soru şu:

Quasi-work zones verimsiz mi?
Hayır. Ama:

Gerçek çalışmanın yerine geçtiğinde tehlikeli.
Üretkenliği desteklediğinde ise harika.

Burası bir kaçamak değil, bir yaratıcılık yakıt istasyonu olmalı.


Sizin en çok kullandığınız quasi-work zone hangisi?
Kahveci mi, uçak mı, balkon mu?
Ya da itiraf edin… sadece “çalışıyormuş gibi yapmayı” mı seviyorsunuz? 😄
Yorumlarda buluşalım!


Hititler’den Selçuklular’a: Amasya - Tokat - Çorum rotasında 3 günlük tarih, lezzet ve macera yolculuğu

Ekim 2025'de çıktığım bu yolculuk; Hititler’in izinden Selçuklular’ın hikayesine, Yeşilırmak kıyısından Ballıca mağarası’nın serin karanlığına, Tokat kebabının tadımından Hattuşa’nın büyüleyici taşlarına kadar uzanan zamanlar arası bir mini kaçış oldu.

Hazırsan bu yazımızda Anadolu’nun binlerce yıllık belleğinde kısa ama etkileyici bir tura çıkıyoruz!


📍 28 Ekim - Amasya: Efsaneler, mumyalar ve Yeşilırmak’ın huzuru

Güne Amasya’da Payidar Restaurant’ta yöresel bir kahvaltıyla başladık. Toygar çorbası içip Amasya çöreği yiyerek “evet, burası gerçek bir gastronomi şehri” kararımı o anda verdim.

Kahvaltının enerjisiyle soluğu Yeşilırmak kıyısında aldım. Yalıboyu evlerinin o kartpostal gibi güzelliği, Harşena kalesi ve Pontus Kral kaya mezarları manzarasıyla birleşince insan ister istemez “geçmişte kimler buralardan geçti acaba?” diye düşünmeden edemiyor.

Sonrasında yolumuz Ferhat ile Şirin Aşıklar müzesi ve Ferhat’ın meşhur su kanalıyla kesişti. Hikayeyi bilirdim ama kanalı görünce Ferhat’a hak verdim: “Aşk büyük iştir.”

Bir sonraki durak: Amasya Arkeoloji ve Mumya müzesi. Mumyalarla göz göze gelmek… anlatılır gibi değil, yaşanır. Soğukkanlı kalmak için kendime küçük bir elma kurabiyesi ödülü bile verdim.

Günün devamında Sultan II. Bayezid külliyesi, Darüşşifa, şehir manzarasına tepeden bakan Çakallar tepesi derken şehir beni çoktan içine çekmişti.



📍 29 Ekim - Tokat: Mağaralar, kebap, tarih ve Cumhuriyet coşkusu

İkinci güne Tokat’ta başladık. İlk durak doğanın milyonlarca yılda sabırla oyduğu Ballıca mağarasıydı. İçerideki serinlik, dev sarkıtlar, insanın kendini başka bir gezegende hissetmesine neden oluyor.

Ardından Tokat kültürünün en renkli duraklarından biri olan Yazmacılar sitesinde kısa bir sunuma denk geldim. Renk renk yazmalar, desenler… Sanki zaman bir anda başka bir yüzyıla aktı.

Öğle yemeğinde Tokat kebabının tadına vardım. Tokat sokaklarında dolaşırken saat kulesi, Mevlevihane, Taşhan ve Tokat kalesi manzaraları adeta “Fotoğraf çekmeden geçemezsin” dedi. Haklılardı, geçemedim.

Tokat şehir müzesi, Arkeoloji ve Etnografya müzesi, Yağıbasan medresesi, Deveciler hanı, Ulu camii ve meşhur Sıkdişini helası derken şehirle derin bir bağ kurmaya başladım. Kapanışı Müze cafe’de tatlı ve kahve ile yaptım.

Ve akşam…
Hıdırlık alanı’nda Elif Buse Doğan’ın Cumhuriyet konseri.
29 Ekim’in ruhunu anlatan en güzel finaldi: coşku, müzik, tarih, kalabalık… Tam bir Cumhuriyet bayramı atmosferi.




📍 30 Ekim - Çorum: Hititlerin başkentine yolculuk

Son gün durağımız Çorum’du. Şehir turuna saat kulesi ve Çorum kalesi ile başladık.
Sonra sıra müzelere geldi: Arkeoloji ve Etnografya müzesi, Hititlerden Roma’ya uzanan parçalarla adeta “mini bir tarih dizisi” niteliğindeydi.

Ama asıl vurucu kısım…
Hattuşa antik kenti.

İnsan Hattuşa’ya adım attığında önce sessizliği fark ediyor. Çünkü bu sessizlik binlerce yıllık bir uygarlığın fısıltıları gibi geliyor kulağa. Yazılıkaya açıkhava tapınağı ise adeta “bizim hikayemiz taşlarda saklı” diyen bir açık hava arşivi.

Hitit krallığı’nın başkentinde dolaşmak tarih okumakla kıyaslanmayacak ölçüde büyüleyici bir deneyim.


🎒 3 günün özeti: Tarih, lezzet ve Anadolu’nun sıcaklığı

Bu 3 günlük rota bana şunu hatırlattı:

Anadolu’da üç gün gezmek, üç dönem tarih öğrenmek, üç farklı kültürle tanışmak ve üç şehirde kendine ayrı bir anı biriktirmek demektir.

Amasya’nın efsanelerle dolu romantik ruhu,
Tokat’ın tarihiyle harmanlanmış samimiyeti ve leziz mutfağı,
Çorum’un Hititlerin görkemiyle misafir ettiği antik atmosferi…

Hepsi bu yolculuğu unutulmaz kıldı.

6 Aralık 2025 Cumartesi

“996 çalışma modeli”: Çalışmak mı, çalışmak mı, yoksa… çalışmak mı?”

90’ların çizgi filmindeki gibi: “Peki bugün ne yapıyoruz Pinky?” - “Aynı şeyi: Çalışıyoruz!”

Eğer sabah 9’da işbaşı yapıp akşam 6’da eve dönmenin “yoğun” olduğunu düşünüyorsanız…
Çin’in bazı şirketlerinde uygulanan “996 çalışma modeli” ile tanışınca gözleriniz fal taşı gibi açılabilir:
Sabah 9 - akşam 9, haftada 6 gün!
Evet, yanlış okumadınız: 72 saatlik bir çalışma haftası.

Bu model öyle popüler ki Çin’de iş dünyasının bazı devleri bunu neredeyse bir “başarı rozetine” dönüştürdü. Hatta programcıların popüler platformu GitHub’da bununla ilgili özel bir protesto hareketi bile başlatıldı: “996.ICU” - Çünkü “996 ile çalışırsanız kendinizi yoğun bakımda bulursunuz” esprisiyle.


Peki 996 neden ortaya çıktı?

Çin teknoloji ekosisteminin yüksek hız, sert rekabet ve “moonshot” kültürü; çalışanlardan olağanüstü adanmışlık bekliyor.
Start-up mantığı: “İşimi dünyaya duyuracağım!”
Gerçek hayat: “Haftada 72 saat çalışıp laptopla bütünleşeceğim…”

Bazı şirket liderleri - ismimizi vermeyelim ama Jack Ma diyelim - 996’yı “büyük başarılar için kaçınılmaz fedakarlık” olarak tanımlıyor.
Çalışanlar ise şöyle diyor:
“Fedakarlık tamam da… Biz hangimiz işin kendisiyiz, hangimiz çalışan?”

996’nın verdiği süper güçler (!)

Biraz ironiyle yaklaşalım:

🔥 Süper saat uzatma yeteneği:
24 saat size yetmiyorsa 996 size zamanın nasıl uzadığını öğretir.
Yani aslında öğretmez. Siz yine de zamanla yarışır durursunuz.

Kafeinle yaşam becerisi:
Bir noktadan sonra kan değil, cold brew akmaya başlar.

📅 Hafta sonu nedir? Beceri kitabı:
“Bugün cumartesi mi, yoksa çarşamba mı?” - 996 çalışanları için anlamsız bir soru.


Peki işin komik tarafı bir yana… Gerçek etkisi ne?

İnsanlar sadece tükenmiyor, aynı zamanda yaratıcılık, motivasyon ve inovasyon düşüyor.
Yani ironik olarak daha çok çalışmak daha başarılı olmak anlamına gelmiyor.
Bilimsel araştırmaların neredeyse hepsi şunu söylüyor:
Aşırı çalışma verimlilik kaybı yaratır.

Bu yüzden Çin’de bile bu model giderek tartışılır hale geliyor.
Yeni nesil çalışanlar:
“Ne yani? Hayat sadece çalışıp uyumaktan mı ibaret?”
İşverenler:
“Biz de emin değiliz…”


996’nın geleceği nasıl olur?

Büyük ihtimalle:
– Biraz esneme,
– Daha fazla esneklik talebi,
– Ve sürdürülebilir iş modellerine kayış.

Çünkü herkes fark etti ki:
Yüksek performans kronik yorgunlukla gelmiyor.


Son söz:

996 çalışmak “başarıya koşuyorum” derken ayağını kendi kendine bağlamak gibi.
Dünya değiştikçe iş kültürlerinin de değişmesi kaçınılmaz.
Ve artık en büyük lüks: zaman.
Kim bilir, belki geleceğin en prestijli iş modeli “996 değil, 444: günde 4 saat, haftada 4 gün, yılda 4 tatil dönemi” olur. :)



1 Aralık 2025 Pazartesi

Swag gap relationship: “Havalılık farkı” aşkı yürütür mü?

- Modern ilişkilerin asimetrik ama bir o kadar komik gerçeği -

İlişkiler dünyası uzun zamandır “zıt kutuplar birbirini çeker” mottosuyla ilerliyor. Ama 2025'in ilişkiler literatürü bize yeni bir fenomen kazandırdı: Swag gap relationship.

Peki nedir bu swag gap?

Kısaca:
Çiftlerden birinin diğerine göre belirgin şekilde daha “havalı”, daha karizmatik, daha sosyal, daha dikkat çekici ya da daha “cool” olmasıdır.

Evet, kulağa biraz TikTok terimi gibi geliyor… çünkü öyle.
Ama akademik bir karşılığı da var:
Algılanan sosyal çekicilik farkı.

Biz yine de bunun eğlenceli kısmına odaklanalım. 


🎭 Bir ilişkide “swag gap” nasıl ortaya çıkar?
  • Biri odada yürüdüğünde herkes ona bakıyorsa…

  • Diğeri ise “bu ışık niye bu kadar loş?” diye düşünmekle meşgulse…

  • Birinin sosyal medyada paylaştığı her şey viral oluyorsa…

  • Diğerinin story'leri sadece ailesi ve arkadaşları tarafından izleniyorsa…

Tebrikler, swag gap relationship içerisindesiniz!

Bu fark; görünüş, sosyal beceriler, iş prestiji, özgüven ya da karizma gibi birçok faktörden çıkabiliyor.


💡 Peki sorun mu?

Kimi zaman evet, kimi zaman eğlenceli bir tamamlayıcılık.

Avantajları:

✔ Daha havalı olan partner ilişkide dinamizm yaratır
✔ Diğeri “yer çekimine karşı dengeleyici güç” olur
✔ Sosyal beceri farkı çiftleri farklı sosyal alanlara açar
✔ İlişki tek tonda kalmaz

Riskleri:

⚠ Özgüven farkı zaman zaman güvensizlik yaratabilir
⚠ “Benimle neden birlikte?” sorusu zihinlerde dolaşabilir
⚠ Sosyal kıyaslama tetiklenebilir
⚠ Çiftin dışarıdan algısı ilişkiye baskı oluşturabilir

Swag gap’in sağlıklı ilerleyebilmesi için kritik olan şey:
eşitliği statüde değil, ilişkide yaratmak.

Bir ilişkide “havalılık farkı” olabilir; önemli olan ilişki içi sevgi, emek, destek ve iletişimde boşluk olmamasıdır.


😂 Swag gap belirtileri

  • Fotoğraflarda hep siz kötü çıkıyorsunuz, partneriniz her karede bir dergi kapağı.

  • Partnerinizin girdiği her ortam 3 saniye içinde ışık hızında kalabalıklaşıyor.

  • Sizin esprilerinize sadece partneriniz gülüyor. O da nezaketen…

  • “Beni onunla görenler şaşırıyor mu?” sorusu ortalama ayda bir aklınıza geliyor.


🧭 Swag gap relationship nasıl yönetilir?

1) Kıyas bırakılır, gerçek bağ güçlendirilir.

Sosyal algı değil, ilişki içi değerler önemsenir.

⭐ 2) Her iki taraf da kendi güçlü yanlarını keşfeder.

Biriniz havalı olabilir ama diğeriniz zeka, duyarlılık, mizah veya istikrarla parlıyordur.

3) Birbirini yücelten dil kullanılır.

Karizma birinin, tevazu diğerinin güç alanı olabilir. Bu çeşitlilik ilişkiyi tamamlar.

4) İlişki dış seslere değil, iç sese göre değerlendirilir.

“Bu çift nasıl olmuş?” yorumları asla referans değildir.


❤️ Sonuç: Swag gap ilişkileri gerçek hayatın mükemmeliyetsiz estetiğidir

Herkesin aynı seviyede havalı olması gerekmez; önemli olan ilişki dinamiğinin dengeli olmasıdır. Swag gap relationship modern çiftlerin eğlenceli ama zaman zaman zorlayıcı bir gerçeği…

Ve dürüst olalım:
Herkesin “havalı” olduğu bir ilişkiden daha sıkıcı ne olabilir ki?


✨ Son bir soru:

Sizin ilişkinizde bir swag gap var mı?
Varsa kim daha havalı? (Yorumlarda buluşalım 😄)

30 Kasım 2025 Pazar

Swag gap: Havalı görünürken çuvallayanlar kulübüne hoşgeldiniz!

Bazı insanlar vardır…
Odadan içeri girer girmez dikkat çekerler.
Konuşmaları, beden dilleri, özgüvenleri… Her şey “Ben buradayım!” diye bağırır.

Ama sonra…
İcraat gelir.
O yüksek özgüven gösterisinin altı beklendiği kadar dolu değildir. İşte tam bu noktada swag gap sahneye çıkar!

Peki nedir bu swag gap?
Kısaca:
👉 Kişinin dışarıya yansıttığı “havalı imaj” ile gerçek performansı arasındaki uçurum.

Yani bir nevi:

“CV’si Ferrari, becerisi Şahin” sendromu.


Swag gap’i nerede görürüz?

1) Toplantıda “Harika fikir!” deyip hiç fikir üretemeyenlerde

Sunumlarda elini masaya koyup “Arkadaşlar, stratejik düşünmemiz lazım” der… Ama stratejik tek bir cümle çıkmaz.
Havalı: ✔️
Performans: ❌

2) İş görüşmesinde kendini unicorn zannedenlerde

"Ben baskı altında daha iyi çalışırım.”
Ama ufak bir e-mail bile panik atağa sürükler.

3) Sosyal medyada liderlik manifestosu yazıp ekipten kaybolanlarda

LinkedIn’de TED konuşmacısı gibi…
Şirkette sessiz sedasız kayıp.

4) Teknoloji gurusu olup Excel’de hücre birleştiremeyenlerde

“Bizim dijital dönüşüm vizyonumuz…” diye başlar.
Ama mailde PDF eklemeyi unutabilir.


Peki swag gap neden oluşur?

  • Aşırı özgüven veya gösteriş baskısı

  • Hiçbir şey kaçırmama (FOMO) yüzünden her alanda uzman görünme çabası

  • İmaj ekonomisinin iş yaşamını ele geçirmesi

  • Performanstan çok ambalajın öne çıkarılması

Günümüz iş dünyası bazen “görünür olmayı” “nitelikli olmaya” tercih edebiliyor.


Swag gap’i nasıl anlarsın?

Birkaç ipucu:

✔ Çok konuşur, az üretir.
✔ Büyük sözler, küçük çıktılar.
✔ Enerjisi yüksek, takipçileri fazla ama KPI’lar düşük.
✔ Parlak sunumlar; sönük projeler.

Eğer “Aynı kişiyi ben de tanıyorum” diyorsan… yalnız değilsin. 😄


Swag gap’i kapatmanın yolu: Gerçek yetkinlik + gerçeklik payı

👉 Süsü azalt, beceriyi artır.
👉 Slogan değil, sonuç üret.
👉 Gösteriş değil, gelişim odaklı ol.
👉 İmaj ile performans arasındaki çizgiyi incelt.

Unutma:
Dışarıdan ışıltılı olabilirsin ama gerçek güç içeriden gelir.


Sonuç: Swag gap hepimizin aynasında var

Bu kavram sadece başkaları için değil; kendimize bakmamız için de bir fırsat.
Acaba biz de bazen havalı görünme hevesiyle gerçek becerimizin önüne bir filtre mi koyuyoruz?

Belki de hepimizin zaman zaman kapatması gereken küçük bir “swag gap” vardır.