Logo

Logo

7 Aralık 2025 Pazar

Quasi-work zones: Çalıştığımızı sandığımız ama aslında çalışmadığımız o büyülü alanlar

Bir kahve alalım. Rahat bir koltuk bulalım. Kulaklıkları takalım.
Laptop’u açalım.
…Ve hiç çalışmayalım.

Hoş geldiniz quasi-work zones evrenine!
Türkçe karşılığıyla “yarı-iş alanları”, yani çalışıyormuş gibi yapmanın sanatının icra edildiği kutsal mekanlar.

Peki bu alanlar tam olarak ne?
Neden hepimizi kendine çekiyor?
Ve neden bir türlü “gerçek işe” geçemiyoruz?

Hadi gelin, bu modern çağ fenomeninin içine birlikte dalalım.


Quasi-work zone nedir?

En basit haliyle:

Çalışmayı planladığınız, azıcık çalıştığınız ama çoğunlukla çalışmadığınız alan.

Cafe, coworking alanı, uçak, tren, otel lobisi, sahil kenarı, hatta evdeki balkon…
Oradasınız ama tam olarak çalışmada değilsiniz.

Laptop açık.
Not defteri masada.
Gözünüz ciddi görünüyor.
Ama zihniniz TikTok’ta viral olan son “life hack”te.

İşte burası bir quasi-work zone.


📌 Neden bu alanlara bayılıyoruz?

Çünkü beynimiz bu yerleri “üretkenlik illüzyonu” olarak okuyor.

Bir nevi:

  • “Ortam çalışmalık!”

  • “Herkes bir şeylerle meşgul!”

  • “Ben de çalışıyorum!”

…diyoruz ama gerçekte sadece çalışma atmosferinin influencer’ı oluyoruz.

Bilimsel olarak açıklamak istersek:
Dopamin arttırıcı sosyal ortam + düşük iş baskısı + yüksek konfor = sahte üretkenlik hissi.


💡 En çok karşılaşılan quasi-work zone türleri

1) Hipster cafesi

Avokadolu tost + flat white + MacBook üçlüsü.
Çalışma değil, çalışma estetiği ön planda.

2) Coworking alanı

“Birazdan toplantım var” diyen ama aslında Canva’da sunum kapağı tasarlayan kalabalık.

3) Tatilde çalışıyormuş gibi yapma alanları

Havuz kenarında MS Teams görüşmesi.
Ekran parlaklığından kimse sizi görmüyor ama siz yine de çok ciddisiniz.

4) Balkon home office

15 dakika çalışıp 45 dakika sokağa bakma kültürü.

5) Tren/Uçak

Nedense herkes burada daha yaratıcı olduğunu iddia eder.
Aslında sadece offline oldukları için mail bakamıyorlardır.


🎯 Quasi-work zone’ların avantajları

➡️ Yaratıcılığı artırıyor (çünkü sorumluluk hissi düşük).
➡️ Motivasyonu yükseltiyor (“Ben çalışıyorum, bak laptop bende”).
➡️ Rutin bozuyor (bazen gerçekten farklı geliyor).
➡️ Networking çıkarabilir (diğer yarı-çalışanlarla).


🔥 O halde soru şu:

Quasi-work zones verimsiz mi?
Hayır. Ama:

Gerçek çalışmanın yerine geçtiğinde tehlikeli.
Üretkenliği desteklediğinde ise harika.

Burası bir kaçamak değil, bir yaratıcılık yakıt istasyonu olmalı.


Sizin en çok kullandığınız quasi-work zone hangisi?
Kahveci mi, uçak mı, balkon mu?
Ya da itiraf edin… sadece “çalışıyormuş gibi yapmayı” mı seviyorsunuz? 😄
Yorumlarda buluşalım!


Hititler’den Selçuklular’a: Amasya - Tokat - Çorum rotasında 3 günlük tarih, lezzet ve macera yolculuğu

Ekim 2025'de çıktığım bu yolculuk; Hititler’in izinden Selçuklular’ın hikayesine, Yeşilırmak kıyısından Ballıca mağarası’nın serin karanlığına, Tokat kebabının tadımından Hattuşa’nın büyüleyici taşlarına kadar uzanan zamanlar arası bir mini kaçış oldu.

Hazırsan bu yazımızda Anadolu’nun binlerce yıllık belleğinde kısa ama etkileyici bir tura çıkıyoruz!


📍 28 Ekim - Amasya: Efsaneler, mumyalar ve Yeşilırmak’ın huzuru

Güne Amasya’da Payidar Restaurant’ta yöresel bir kahvaltıyla başladık. Toygar çorbası içip Amasya çöreği yiyerek “evet, burası gerçek bir gastronomi şehri” kararımı o anda verdim.

Kahvaltının enerjisiyle soluğu Yeşilırmak kıyısında aldım. Yalıboyu evlerinin o kartpostal gibi güzelliği, Harşena kalesi ve Pontus Kral kaya mezarları manzarasıyla birleşince insan ister istemez “geçmişte kimler buralardan geçti acaba?” diye düşünmeden edemiyor.

Sonrasında yolumuz Ferhat ile Şirin Aşıklar müzesi ve Ferhat’ın meşhur su kanalıyla kesişti. Hikayeyi bilirdim ama kanalı görünce Ferhat’a hak verdim: “Aşk büyük iştir.”

Bir sonraki durak: Amasya Arkeoloji ve Mumya müzesi. Mumyalarla göz göze gelmek… anlatılır gibi değil, yaşanır. Soğukkanlı kalmak için kendime küçük bir elma kurabiyesi ödülü bile verdim.

Günün devamında Sultan II. Bayezid külliyesi, Darüşşifa, şehir manzarasına tepeden bakan Çakallar tepesi derken şehir beni çoktan içine çekmişti.



📍 29 Ekim - Tokat: Mağaralar, kebap, tarih ve Cumhuriyet coşkusu

İkinci güne Tokat’ta başladık. İlk durak doğanın milyonlarca yılda sabırla oyduğu Ballıca mağarasıydı. İçerideki serinlik, dev sarkıtlar, insanın kendini başka bir gezegende hissetmesine neden oluyor.

Ardından Tokat kültürünün en renkli duraklarından biri olan Yazmacılar sitesinde kısa bir sunuma denk geldim. Renk renk yazmalar, desenler… Sanki zaman bir anda başka bir yüzyıla aktı.

Öğle yemeğinde Tokat kebabının tadına vardım. Tokat sokaklarında dolaşırken saat kulesi, Mevlevihane, Taşhan ve Tokat kalesi manzaraları adeta “Fotoğraf çekmeden geçemezsin” dedi. Haklılardı, geçemedim.

Tokat şehir müzesi, Arkeoloji ve Etnografya müzesi, Yağıbasan medresesi, Deveciler hanı, Ulu camii ve meşhur Sıkdişini helası derken şehirle derin bir bağ kurmaya başladım. Kapanışı Müze cafe’de tatlı ve kahve ile yaptım.

Ve akşam…
Hıdırlık alanı’nda Elif Buse Doğan’ın Cumhuriyet konseri.
29 Ekim’in ruhunu anlatan en güzel finaldi: coşku, müzik, tarih, kalabalık… Tam bir Cumhuriyet bayramı atmosferi.




📍 30 Ekim - Çorum: Hititlerin başkentine yolculuk

Son gün durağımız Çorum’du. Şehir turuna saat kulesi ve Çorum kalesi ile başladık.
Sonra sıra müzelere geldi: Arkeoloji ve Etnografya müzesi, Hititlerden Roma’ya uzanan parçalarla adeta “mini bir tarih dizisi” niteliğindeydi.

Ama asıl vurucu kısım…
Hattuşa antik kenti.

İnsan Hattuşa’ya adım attığında önce sessizliği fark ediyor. Çünkü bu sessizlik binlerce yıllık bir uygarlığın fısıltıları gibi geliyor kulağa. Yazılıkaya açıkhava tapınağı ise adeta “bizim hikayemiz taşlarda saklı” diyen bir açık hava arşivi.

Hitit krallığı’nın başkentinde dolaşmak tarih okumakla kıyaslanmayacak ölçüde büyüleyici bir deneyim.


🎒 3 günün özeti: Tarih, lezzet ve Anadolu’nun sıcaklığı

Bu 3 günlük rota bana şunu hatırlattı:

Anadolu’da üç gün gezmek, üç dönem tarih öğrenmek, üç farklı kültürle tanışmak ve üç şehirde kendine ayrı bir anı biriktirmek demektir.

Amasya’nın efsanelerle dolu romantik ruhu,
Tokat’ın tarihiyle harmanlanmış samimiyeti ve leziz mutfağı,
Çorum’un Hititlerin görkemiyle misafir ettiği antik atmosferi…

Hepsi bu yolculuğu unutulmaz kıldı.

6 Aralık 2025 Cumartesi

“996 çalışma modeli”: Çalışmak mı, çalışmak mı, yoksa… çalışmak mı?”

90’ların çizgi filmindeki gibi: “Peki bugün ne yapıyoruz Pinky?” - “Aynı şeyi: Çalışıyoruz!”

Eğer sabah 9’da işbaşı yapıp akşam 6’da eve dönmenin “yoğun” olduğunu düşünüyorsanız…
Çin’in bazı şirketlerinde uygulanan “996 çalışma modeli” ile tanışınca gözleriniz fal taşı gibi açılabilir:
Sabah 9 - akşam 9, haftada 6 gün!
Evet, yanlış okumadınız: 72 saatlik bir çalışma haftası.

Bu model öyle popüler ki Çin’de iş dünyasının bazı devleri bunu neredeyse bir “başarı rozetine” dönüştürdü. Hatta programcıların popüler platformu GitHub’da bununla ilgili özel bir protesto hareketi bile başlatıldı: “996.ICU” - Çünkü “996 ile çalışırsanız kendinizi yoğun bakımda bulursunuz” esprisiyle.


Peki 996 neden ortaya çıktı?

Çin teknoloji ekosisteminin yüksek hız, sert rekabet ve “moonshot” kültürü; çalışanlardan olağanüstü adanmışlık bekliyor.
Start-up mantığı: “İşimi dünyaya duyuracağım!”
Gerçek hayat: “Haftada 72 saat çalışıp laptopla bütünleşeceğim…”

Bazı şirket liderleri - ismimizi vermeyelim ama Jack Ma diyelim - 996’yı “büyük başarılar için kaçınılmaz fedakarlık” olarak tanımlıyor.
Çalışanlar ise şöyle diyor:
“Fedakarlık tamam da… Biz hangimiz işin kendisiyiz, hangimiz çalışan?”

996’nın verdiği süper güçler (!)

Biraz ironiyle yaklaşalım:

🔥 Süper saat uzatma yeteneği:
24 saat size yetmiyorsa 996 size zamanın nasıl uzadığını öğretir.
Yani aslında öğretmez. Siz yine de zamanla yarışır durursunuz.

Kafeinle yaşam becerisi:
Bir noktadan sonra kan değil, cold brew akmaya başlar.

📅 Hafta sonu nedir? Beceri kitabı:
“Bugün cumartesi mi, yoksa çarşamba mı?” - 996 çalışanları için anlamsız bir soru.


Peki işin komik tarafı bir yana… Gerçek etkisi ne?

İnsanlar sadece tükenmiyor, aynı zamanda yaratıcılık, motivasyon ve inovasyon düşüyor.
Yani ironik olarak daha çok çalışmak daha başarılı olmak anlamına gelmiyor.
Bilimsel araştırmaların neredeyse hepsi şunu söylüyor:
Aşırı çalışma verimlilik kaybı yaratır.

Bu yüzden Çin’de bile bu model giderek tartışılır hale geliyor.
Yeni nesil çalışanlar:
“Ne yani? Hayat sadece çalışıp uyumaktan mı ibaret?”
İşverenler:
“Biz de emin değiliz…”


996’nın geleceği nasıl olur?

Büyük ihtimalle:
– Biraz esneme,
– Daha fazla esneklik talebi,
– Ve sürdürülebilir iş modellerine kayış.

Çünkü herkes fark etti ki:
Yüksek performans kronik yorgunlukla gelmiyor.


Son söz:

996 çalışmak “başarıya koşuyorum” derken ayağını kendi kendine bağlamak gibi.
Dünya değiştikçe iş kültürlerinin de değişmesi kaçınılmaz.
Ve artık en büyük lüks: zaman.
Kim bilir, belki geleceğin en prestijli iş modeli “996 değil, 444: günde 4 saat, haftada 4 gün, yılda 4 tatil dönemi” olur. :)



1 Aralık 2025 Pazartesi

Swag gap relationship: “Havalılık farkı” aşkı yürütür mü?

- Modern ilişkilerin asimetrik ama bir o kadar komik gerçeği -

İlişkiler dünyası uzun zamandır “zıt kutuplar birbirini çeker” mottosuyla ilerliyor. Ama 2025'in ilişkiler literatürü bize yeni bir fenomen kazandırdı: Swag gap relationship.

Peki nedir bu swag gap?

Kısaca:
Çiftlerden birinin diğerine göre belirgin şekilde daha “havalı”, daha karizmatik, daha sosyal, daha dikkat çekici ya da daha “cool” olmasıdır.

Evet, kulağa biraz TikTok terimi gibi geliyor… çünkü öyle.
Ama akademik bir karşılığı da var:
Algılanan sosyal çekicilik farkı.

Biz yine de bunun eğlenceli kısmına odaklanalım. 


🎭 Bir ilişkide “swag gap” nasıl ortaya çıkar?
  • Biri odada yürüdüğünde herkes ona bakıyorsa…

  • Diğeri ise “bu ışık niye bu kadar loş?” diye düşünmekle meşgulse…

  • Birinin sosyal medyada paylaştığı her şey viral oluyorsa…

  • Diğerinin story'leri sadece ailesi ve arkadaşları tarafından izleniyorsa…

Tebrikler, swag gap relationship içerisindesiniz!

Bu fark; görünüş, sosyal beceriler, iş prestiji, özgüven ya da karizma gibi birçok faktörden çıkabiliyor.


💡 Peki sorun mu?

Kimi zaman evet, kimi zaman eğlenceli bir tamamlayıcılık.

Avantajları:

✔ Daha havalı olan partner ilişkide dinamizm yaratır
✔ Diğeri “yer çekimine karşı dengeleyici güç” olur
✔ Sosyal beceri farkı çiftleri farklı sosyal alanlara açar
✔ İlişki tek tonda kalmaz

Riskleri:

⚠ Özgüven farkı zaman zaman güvensizlik yaratabilir
⚠ “Benimle neden birlikte?” sorusu zihinlerde dolaşabilir
⚠ Sosyal kıyaslama tetiklenebilir
⚠ Çiftin dışarıdan algısı ilişkiye baskı oluşturabilir

Swag gap’in sağlıklı ilerleyebilmesi için kritik olan şey:
eşitliği statüde değil, ilişkide yaratmak.

Bir ilişkide “havalılık farkı” olabilir; önemli olan ilişki içi sevgi, emek, destek ve iletişimde boşluk olmamasıdır.


😂 Swag gap belirtileri

  • Fotoğraflarda hep siz kötü çıkıyorsunuz, partneriniz her karede bir dergi kapağı.

  • Partnerinizin girdiği her ortam 3 saniye içinde ışık hızında kalabalıklaşıyor.

  • Sizin esprilerinize sadece partneriniz gülüyor. O da nezaketen…

  • “Beni onunla görenler şaşırıyor mu?” sorusu ortalama ayda bir aklınıza geliyor.


🧭 Swag gap relationship nasıl yönetilir?

1) Kıyas bırakılır, gerçek bağ güçlendirilir.

Sosyal algı değil, ilişki içi değerler önemsenir.

⭐ 2) Her iki taraf da kendi güçlü yanlarını keşfeder.

Biriniz havalı olabilir ama diğeriniz zeka, duyarlılık, mizah veya istikrarla parlıyordur.

3) Birbirini yücelten dil kullanılır.

Karizma birinin, tevazu diğerinin güç alanı olabilir. Bu çeşitlilik ilişkiyi tamamlar.

4) İlişki dış seslere değil, iç sese göre değerlendirilir.

“Bu çift nasıl olmuş?” yorumları asla referans değildir.


❤️ Sonuç: Swag gap ilişkileri gerçek hayatın mükemmeliyetsiz estetiğidir

Herkesin aynı seviyede havalı olması gerekmez; önemli olan ilişki dinamiğinin dengeli olmasıdır. Swag gap relationship modern çiftlerin eğlenceli ama zaman zaman zorlayıcı bir gerçeği…

Ve dürüst olalım:
Herkesin “havalı” olduğu bir ilişkiden daha sıkıcı ne olabilir ki?


✨ Son bir soru:

Sizin ilişkinizde bir swag gap var mı?
Varsa kim daha havalı? (Yorumlarda buluşalım 😄)

30 Kasım 2025 Pazar

Swag gap: Havalı görünürken çuvallayanlar kulübüne hoşgeldiniz!

Bazı insanlar vardır…
Odadan içeri girer girmez dikkat çekerler.
Konuşmaları, beden dilleri, özgüvenleri… Her şey “Ben buradayım!” diye bağırır.

Ama sonra…
İcraat gelir.
O yüksek özgüven gösterisinin altı beklendiği kadar dolu değildir. İşte tam bu noktada swag gap sahneye çıkar!

Peki nedir bu swag gap?
Kısaca:
👉 Kişinin dışarıya yansıttığı “havalı imaj” ile gerçek performansı arasındaki uçurum.

Yani bir nevi:

“CV’si Ferrari, becerisi Şahin” sendromu.


Swag gap’i nerede görürüz?

1) Toplantıda “Harika fikir!” deyip hiç fikir üretemeyenlerde

Sunumlarda elini masaya koyup “Arkadaşlar, stratejik düşünmemiz lazım” der… Ama stratejik tek bir cümle çıkmaz.
Havalı: ✔️
Performans: ❌

2) İş görüşmesinde kendini unicorn zannedenlerde

"Ben baskı altında daha iyi çalışırım.”
Ama ufak bir e-mail bile panik atağa sürükler.

3) Sosyal medyada liderlik manifestosu yazıp ekipten kaybolanlarda

LinkedIn’de TED konuşmacısı gibi…
Şirkette sessiz sedasız kayıp.

4) Teknoloji gurusu olup Excel’de hücre birleştiremeyenlerde

“Bizim dijital dönüşüm vizyonumuz…” diye başlar.
Ama mailde PDF eklemeyi unutabilir.


Peki swag gap neden oluşur?

  • Aşırı özgüven veya gösteriş baskısı

  • Hiçbir şey kaçırmama (FOMO) yüzünden her alanda uzman görünme çabası

  • İmaj ekonomisinin iş yaşamını ele geçirmesi

  • Performanstan çok ambalajın öne çıkarılması

Günümüz iş dünyası bazen “görünür olmayı” “nitelikli olmaya” tercih edebiliyor.


Swag gap’i nasıl anlarsın?

Birkaç ipucu:

✔ Çok konuşur, az üretir.
✔ Büyük sözler, küçük çıktılar.
✔ Enerjisi yüksek, takipçileri fazla ama KPI’lar düşük.
✔ Parlak sunumlar; sönük projeler.

Eğer “Aynı kişiyi ben de tanıyorum” diyorsan… yalnız değilsin. 😄


Swag gap’i kapatmanın yolu: Gerçek yetkinlik + gerçeklik payı

👉 Süsü azalt, beceriyi artır.
👉 Slogan değil, sonuç üret.
👉 Gösteriş değil, gelişim odaklı ol.
👉 İmaj ile performans arasındaki çizgiyi incelt.

Unutma:
Dışarıdan ışıltılı olabilirsin ama gerçek güç içeriden gelir.


Sonuç: Swag gap hepimizin aynasında var

Bu kavram sadece başkaları için değil; kendimize bakmamız için de bir fırsat.
Acaba biz de bazen havalı görünme hevesiyle gerçek becerimizin önüne bir filtre mi koyuyoruz?

Belki de hepimizin zaman zaman kapatması gereken küçük bir “swag gap” vardır.

Doğu Anadolu günlükleri: Krallar, efsaneler, şelaleler ve biraz da kahve sendromu

Doğu Anadolu’ya yapılan her yolculuk insanın zihninde bir efsane, hafızasında bir göl, ayaklarında bir tırmanış ve telefonunda yüzlerce fotoğraf bırakır. Benim için de öyle oldu. 5 gün, 5 şehir, sayısız hikaye… Buyurun Doğu Anadolu turumun “yer yer tarih kokan, yer yer macera dolu, ara ara komik” notları;

1. gün - Bitlis: Urartu'ların gölgeleri, krater gölleri ve dağların sessizliği

Muş ovası’nda başlayan gün Bitlis’in M.Ö. 4000’lere kadar uzanan tarihiyle açıldı. Şehrin dere içine kurulmuş oluşu bile başlı başına ilginç; bir yanda suyun sesi, bir yanda dağların koruması altında saklı bir tarih.

🔸 İhlasiye medresesi: “Kapı sanattır!” dedirten ihtişamı hala aklımda.
🔸 Şerefhan ailesi kümbetleri: Selçuklu mimarisinin taşla yazdığı şiirler
🔸 Bitlis Ulu cami: Selçuklu döneminden bugüne ulaşan ağırbaşlı bir yapı
🔸Nemrut krater dağı: 2.600 metre yükseklikte volkanik patlamayla oluşmuş çukurda bir büyük göl, iki küçük göl ve bir “ılık göl”. Doğa “beni hafife alma” diyordu.

Günün mottosu:

“Doğa güçlüdür, Urartu'lar inatçı, Bitlis ise hepsinin arasında büyülü bir sessizlik…”


2. gün - Van: Aslanların krallığı, sodalı göl ve efsaneler adası

Van benim için “her ayrıntısı ayrı bir belgesel” olan bir yer.

🧵 Halı & kilim dokuma:
Bir kilimin 1 m²’si 3-6 ay, halının 2,5-3 yıl…
Halı tüy tutmaz, kir tutmaz, sabır tutar.
Halk eğitim merkezindeki tezgah sesine yeniden hayran oldum.

🏺 Urartular:
3 milyon nüfuslu bir dağ topluluğu; Kral Minua’nın açtığı su kanalları hala çalışıyor.
Sembol: Aslan
Dönem: demir çağı başlangıcı
Enerji: %100 özgün

🏰 Van kalesi, Urartu müzesi, Çavuştepe (Sardur) kalesi, Hoşap (Güzelsu) kalesi, Vanadokya
Hepsi “biraz daha gez, daha anlatacağım” dedi.

🛶 Akdamar adası:
Tamara’nın efsanesiyle büyülenmeyen kaldı mı?
Van gölü’nün sodalı suyu güneşte başka bir mavi oluyordu.

🔨 Savat (karartma) işçiliği:
Bir bilezik = 2,5-3 gün emek
Emek kokusu her yerdeydi.

Ve tabii…
🐱 Van kedisi evi:
Mavi-kehribar gözlü aristokratlar tarafından kısa bir süreliğine kabul edildim.

Van’ın mottosu:
“Bir şehir bu kadar efsane, bu kadar tarih, bu kadar göl rengi barındırabilir mi?”


3. gün - Hakkari (1. bölüm): Dağların hikayesi, vadilerin sessizliği

Hakkari’de doğa insanın ağzına “wooow” ifadesini yapıştırıyor.

🔸 Meydan medresesi (1700'ler):
Hem Selçuklu, hem Osmanlı dokunuşu… Zaman makinesi gibi.

🔸 Zap vadisi seyir terası:
Manzara harika.
Üç kişi intihar etmiş bilgisi… Harika olmayan kısım.
Yerel rehberimiz Mustafa’nın donuk bir yüz ifadesiyle “evet evet burada” demesi ise unutulmaz.

🔸 Ağaçdibi ve Marinus şelaleleri:
Doğa: “Benden daha serin kimse yok!”

🔸 Zap vadisinde Çimenliköy beyaz su eşliğinde közde çay:
Çayın kokusu → mutluluk
Dağların sessizliği → meditasyon

🔸 Şine dağı'nda jandarma kontrol noktası
Coğrafya: Hakkari
Güvenlik: Hakkari
Manzara: Hakkari
Her şey Hakkari!

Günün özeti:
“Dağ ne kadar yüksekse insan o kadar küçülüyor. Ve bu his güzel.”


4. gün - Hakkari (2. bölüm) → Şırnak: Köprüler, vadiler, pirinç ve kapalı atölye

🔸 Büyük Zap vadisi:
Van Gürpınar’dan Irak’a kadar 400 km, insanın zihni bile yoruluyor düşünürken...

🔸 Devrimci Gençlik köprüsü:
Deniz Gezmiş ve arkadaşları 1969’da Boğaz Köprüsü’nün mini versiyonunu yapmış.
1999’da bugünkü haline dönmüş.
Tarihin hem hüzünlü hem cesur paragrafı.

🔸 Yeni tünel & köprü:
Yüksekova-Şemdinli arası 1 saat 15 dakika kısalmış.
Coğrafya ders kitapları bunu kıskanır.

🔸 Kahve sendromu:
Çarşıda turlarken bir anda kahve içme isteği → şiddetlenme → doyma → pişmanlık → tekrar içme.
Kısır döngü.

🔸 Çukurca:
Taş evler = ilk kat mülkiyetli ev konsepti
Meşhur: pirinç & tahin
Durum: tahin atölyesi kapalı

🔸 Şırnak’a varış
Nuh’un şehri.
Dicle manzaralı otel.
Gökdelen değil ama hikayesi çok uzun.


5. gün - Şırnak → Mardin: Krallar geçidi, ağıtlar, efsaneler ve Asur izleri

Bugün “Bir insan bir günde kaç kültürle tanışabilir?”in cevabını aldım.

Şırnak

🔸 Cudi & Gabar dağları:
Coğrafya kitapları için poz veriyorlar.

🔸 Dicle & Fırat:
Ticaret, tarım, medeniyet…
Mezopotamya’ya neden “beşik” dediklerini anlıyorsun.

🔸 Kasrik boğazı (Krallar geçidi)
Kasrik çayı → Dicle’yi besliyor.
Tarih → ruhu besliyor.

🔸 El Cezeri köprüsü, Cizre kalesi, Ulu cami
Şafi ve Hanefi ibadet alanlarının ayrımı özellikle dikkat çekiciydi.

🔸 Mem u Zin türbesi
Aşkın en trajik hali…
Mem zindanda ölüyor, Zin onun acısına dayanamıyor.
Kürt edebiyatının Romeo & Juliet’i gibi ama daha hüzünlü.

🔸 Dengbej evi
Kürtçe ağıtlar, sözlü tarih, yanık sesler…
Kalbe işleyen bir ritim.

🔸 Kırmızı medrese & Ahmed-i Cezeri türbesi
Cezeri’nin dahilik mirasına kısa bir selam.

Mardin

🔸 Nusaybin - Aziz Mor Yakup kilisesi
İlk Hristiyan teoloji okulu.
Sınırın öbür yanında Kamışlı… Bir adım öte başka bir dünya.

🔸 Süryani'ler, Asur'lar & 4.000 yıllık zaman tüneli
Kültür yoğunluğu: %120
Fotoğraf çekme isteği: %300

🔸 Dara antik kenti
Nekropol, dev sarnıçlar, askeri garnizon…
M.Ö. 500’de kurulmuş bir şehir ama hala “modern” görünmeyi başarıyor.

Günün mottosu:
“Mardin zaten bir şehir değil, bir koleksiyon.”


Final: Doğu Anadolu beni çağırdı, ben de gittim. İyi ki gitmişim.

Bu tur; Urartu'lardan Süryani'lere, dağlardan şelalelere, ağıtlardan halı tezgahlarına…
Hem tarih, hem doğa, hem kültür, hem insana dair bir yolculuktu.

Bir dahaki rotaya kadar:
“Doğu insanı yormaz. Ama güzelliğiyle derin bir nefes aldırır.”

16 Kasım 2025 Pazar

Cyberloafing: İş yerinde “görünmez” kaçamakların dijital sanatı

Evet, itiraf edelim…
Toplantıya başlamadan önce “sadece bir dakika” Instagram’a bakmak çoğu zaman bir dakika olmaz. LinkedIn’de paylaşım beğenmek “profesyonel networking” adı altında kendini meşrulaştırır. YouTube’da masum bir eğitim videosu ararken kendimizi kedilerin lazer ışığı kovalamaca derinliklerinde bulduğumuz da olur.

Ve sonra…
“Ben az önce ne yaptım?”

Tebrikler! Bu modern çalışma hayatının en yaygın “gizli hobilerinden” biri olan Cyberloafing, yani dijital oyalama ile tanıştığınız an.


Cyberloafing nedir?

En basit haliyle:
📱 İş saatlerinde iş dışı dijital aktivitelerle oyalanma hali.

Mail beklerken Instagram’a göz atmak…
Excel dosyası açıp arkada Amazon’da fiyat karşılaştırması yapmak…
Toplantı sırasında kamera kapalıyken Netflix’e bir “göz ucuyla” bakmak…

Hepsi cyberloafing davranışına giriyor.

Ama işin ilginci şu:
Bu davranış sadece “tembellik” değil; çoğu zaman stres boşaltma, mikro mola ya da zihinsel reset olarak da çalışıyor.


Peki neden bu kadar yaygın?

Çünkü modern çalışma hayatı:

  • Ekran bağımlılığı ile sınırlarımızı silikleştirdi,

  • Çevrimiçi olma baskısı yarattı,

  • Sürekli dikkat bölünmesi ortamı yarattı.

Dahası:
Bilgisayar başında “yapıyor gibi görünmek” eskiye göre çok daha kolay. Bir Excel tablosu açıkken arka sekmede sosyal medyaya bakmak neredeyse kültürel bir refleks oldu.


Cyberloafing bizi nasıl etkiliyor?

İyi haber:
🔹 Kısa mikro molalar zihni toparlatabilir.
🔹 Motivasyonu anlık olarak artırabilir.
🔹 Yaratıcılığı tetikleyebilir.

Kötü haber:
🔸 Sürekli cyberloafing derin çalışmayı baltalar.
🔸 Zaman algısını çarpıtır.
🔸 Verimliliği fark edilmeden düşürür.
🔸 Gün sonu “Bugün çok çalıştım ama hiçbir şey yapmadım” hissi yaratır.

Modern çalışanı en iyi özetleyen duygu:
Yoruluyorum ama neden yorulduğumu bilmiyorum.


Bizi Cyberloafing’e iten ufak ama güçlü tetikleyiciler
  • “Bildirim geldi, bakmasam olmaz.”

  • “Sadece bir dakika.”

  • “Beynim durdu, hızlıca bir şey bakayım.”

  • “Bu işleri zaten 10 dakikada hallederim.”

  • “MS Teams kapalı, fırsat bu fırsat.”

Hepsi tanıdık, değil mi?


Peki ne yapacağız? Yasaklamak mı? Asla!

Cyberloafing’i sıfırlamak gerçek dışı.
Daha mantıklı olan: Yönetilebilir seviyeye çekmek.

İşe yarayan ufak hack’ler:

🔸 50 dakika çalışma – 10 dakika özgür dijital mola
🔸 Sosyal medya uygulamalarına çalışma saati filtresi
🔸 “Sadece iş sekmesi” çalışma alanları
🔸 “Derin iş” zaman blokları
🔸 Bildirimleri minimalize etmek
🔸 Kendinle mini bir anlaşma: “İzleyeceğim ama bilinçli izliyorum.”

Cyberloafing bir suç değil;
kontrolsüz olduğunda sinsi bir verimlilik hırsızına dönüşüyor.


Sonuç: Hepimiz yapıyoruz, çünkü hepimiz insanız

Dijital dünya bir orman; dikkatimiz ise sürekli bir hayvan avı gibi her yöne koşuyor. Cyberloafing bunu durdurmuyor, sadece anlık kaçışlar sunuyor.

Ama bu kaçışların ne zaman, ne kadar ve neden olduğunun farkına vardığımızda kontrol tekrar bize geçiyor.

Ve unutma:
Bu blog yazısını okurken bile aslında bir tür cyberloafing yapıyor olabilirsin.
Ama bu oldukça verimli bir cyberloafing. 😉✨


Cassandra sendromu: Kimse sizi dinlemiyor gibi hissettiğiniz o anlara bilimsel bir açıklama

Hadi dürüst olalım…
Hayatınızda en az bir kez “Ben size söylemiştim!” demişsinizdir.
Ama tabii ki iş işten geçtikten sonra.

İşte tam o anda mitoloji sessizce kulağınıza fısıldar:
“Hoş geldin Cassandra sendromu…”

Peki nedir bu gizemli kavram ve neden modern çalışma hayatında bu kadar yaygın?

Hazırsanız hem biraz güleceğiz, hem biraz düşündüreceğiz, hem de “Aaa, bu benmiş!” diyeceksiniz.


🧿 Cassandra kimdi, neden bu kadar dram yaşıyordu?

Antik Yunan mitolojisinde Cassandra geleceği görme yeteneği olan bir kehanet ustasıydı.
Sorun şu ki: Kimse ona inanmıyordu.

Evet, tıpkı bir toplantıda ısrarla riskleri anlatıp kimsenin sizi dinlemediği o an gibi.
Ya da uyardığınız bir şeyin tam da dediğiniz gibi patlaması…

Cassandra’nın laneti buydu:
Doğruyu söylüyordu ama kimse ciddiye almıyordu.

Şimdi kendinize sorun…
“Benim de zaman zaman böyle hissettiğim olmuyor mu?”


🎯 Modern çağda Cassandra sendromu ne demek?

Bugünün dünyasında Cassandra sendromu
🔹 Tehlikeyi, riski, problemi erken fark edip
🔹 Defalarca uyarmanıza rağmen
🔹 Kimsenin sizi kaale almaması
durumunu ifade ediyor.

Kısacası:
Haklı çıkmanın ironik şekilde hiç de mutlu hissettirmediği sendrom.

Özellikle iş dünyasında nasıl karşımıza çıkıyor?


💼 İş hayatının sessiz kahramanları: “Görmüştüm ama dinlemediniz…”

Cassandra sendromu sıkça şu alanlarda ortaya çıkar:

✔️ Proje yönetiminde

“Bu timeline gerçekçi değil” dersiniz.
Sonra deadline yaklaşır…
Ve herkes mucize bekler.

✔️ İK ve organizasyonel değişimlerde

“Bu ekip bu tempoda tükenir” dersiniz.
Tükenirler.

✔️ Müşteri ilişkilerinde

“Müşteri bu koşullarda kayar” dersiniz.
Kayar.

✔️ Teknik ekiplerde

“Bu sistem güncellenmezse çöker” dersiniz.
Çöker.

Ve tabii sonunda size dönerler:
“Keşke daha önce söyleseydin…”

🙂🙂🙂
(Söylediniz. Kayda alınmadı.)


🧠 Peki neden insanlar böyle?

Bilimsel açıklamalar var;

  • Onaylama eğilimi: Sadece duymak istedikleri bilgiyi duyuyorlar.

  • Aşırı iyimserlik yanılgısı: “Bize bir şey olmaz.”

  • Statüko etkisi: Değişmek yerine görmezden gelmek daha kolay.

  • Karar verici egosu: “Biz yıllardır böyle yapıyoruz.”

Sonuç?
Cassandra haklı çıkmaya devam eder.


🌈 Bu sendromu yaşayanlara mini rehber


✔️ Bukalemun gibi anlatım şeklinizi değiştirin

Herkes aynı tarz iletişime tepki vermez.

✔️ Veriyi yanınıza alın

Rakamlar, grafikler, örnekler “duvarları yumuşatır.”

✔️ Müttefikler bulun

Bir kişinin sesi kolay susturulur; bir grubunki zor.

✔️ “Ben söyledim” demeyin

Söylemek yerine kanıtlayın, gösterin, senaryolaştırın.


🪄 Sonuç: Belki de siz bir Cassandra’sınız…

Ve bu kötü bir şey değil!
Erken görmek, büyük resmi anlamak, riskleri sezmek büyük bir beceri.

Ama unutmayın:
Gördüğünüzü anlatma biçiminizi değiştirmek bazen gerçeğin kendisinden daha kritik olabilir.

Kısacası:
Cassandra sendromu dramatik görünse de,
doğru yönetildiğinde sizi “diğerlerinden daha farkındalıklı” bir profesyonel yapar.

Ve kim bilir…
Belki de bir gün biri çıkıp şunu der:
“İyi ki seni dinlemişiz.”


10 Kasım 2025 Pazartesi

Kuantum bilişimle işe alımın evrimi

“Kuantum bilişim” (quantum computing) işe alım süreçlerinde şimdilik henüz doğrudan yaygınlaşmış bir teknoloji olmasa da önümüzdeki 10–15 yıl içinde işe alımın doğasını kökten dönüştürecek potansiyele sahipBu yazımda bu evrimin nasıl gerçekleşebileceğini adım adım açıklıyorum 👇


🚀 1️⃣ Veri işleme gücü: İnsandan hızlı, insan gibi değil

Kuantum bilgisayarlar klasik bilgisayarların aksine aynı anda çok sayıda olasılığı işleyebildikleri için devasa işe alım veri setlerini saniyeler içinde analiz edebilir.
Bu sayede:

  • Milyonlarca adayın özgeçmişi, davranışsal verisi, çevrimiçi portföyü tek bir anda değerlendirilebilir.

  • Yapay zekanın karar kalitesi yükselir; daha az yüzeysel “anahtar kelime” filtrelemesi yapılır.

  • İnsan kaynaklarında önyargı azaltımı için derin modeller kurulabilir (örn. bilinçdışı bias’ların matematiksel izleri).


🧬 2️⃣ Tahmine dayalı analitik: Kim, nerede parlayacak?

Kuantum bilişim karmaşık olasılık modellerini klasik algoritmalardan çok daha doğru kurabilir.
Bu da şu anlama gelir:

  • Adayların potansiyeli yalnızca geçmiş performansla değil, “gelecekteki olası senaryolarda” nasıl davranacağıyla tahmin edilebilir.

  • “Doğru kişi, doğru iş, doğru zaman” eşleşmesi gerçeğe yaklaşır.

  • Kariyer gelişimi simülasyonları oluşturulabilir - yani işe alım yalnızca bir “seçim” değil, bir “olasılık yönetimi” haline gelir.


🤝 3️⃣ Kuantum etik: Kararların şeffaflığı ve sorumluluğu

Böylesine güçlü sistemler beraberinde ciddi etik sorular getirir:

  • Kuantum hesaplamayla alınan işe alım kararları nasıl açıklanacak?

  • Veri gizliliği, aday mahremiyeti nasıl korunacak?

  • “İnsanın insana dokunuşu” nasıl sürdürülecek?

Bu sorular geleceğin İK’sında etik uzmanlık ve “kuantum okuryazarlığı” gerektiren yeni rollerin doğmasına yol açacak.


🧩 4️⃣ Kuantum + Yapay Zeka = Duygusal zeka mı?

Kuantum algoritmalar belirsizlikle işlem yapabildikleri için duygusal verileri (ton, beden dili, ses, duygu analizi) klasik yapay zekadan daha doğru yorumlama potansiyeline sahip.
Bu da gelecekte daha empatik, bağlamsal farkındalığı yüksek işe alım asistanları demek olabilir.


🌐 5️⃣ İnsan Kaynakları 5.0: Kuantum çağında “insanı” korumak

Kuantum bilişimin işe alımda devrim yaratması insan unsurunu yok etmez - aksine yeniden tanımlar.
Gelecekte işe alım uzmanının rolü:

“Veriyle değil, olasılıkla çalışmak.”
Yani bir adayın sadece ne yaptığını değil, ne olabileceğini anlamak
.


🎯 Sonuç:

Kuantum bilişim işe alımı “seçim süreci” olmaktan çıkarıp olasılık yönetimi ve potansiyel keşfi sürecine dönüştürecek.

Ve belki de en önemlisi: işe alım ilk kez gerçekten insan kadar karmaşık düşünebilen sistemler tarafından desteklenecek.