1. gün: Londra’ya merhaba!
Londra’ya indiğimizde ilk öğrendiğim şey: şehrin tam 5 havalimanı olduğu. Yani bir şekilde bu şehre düşmeniz kaçınılmaz! Zone 1 ve Zone 2 en pahalı bölgeler; boşuna değil, kraliyet ailesi oralarda yaşıyor.
İlk günümde British Museum’a uğradım. Dünyanın en büyük 4. müzesi ve en güzeli: giriş ücretsiz. Şehrin nüfusu 9,5 milyon ama sokaklarda gezerken sanki dünyanın her köşesinden biriyle karşılaşıyorsunuz – 300’den fazla millet burada yaşıyor. Thames nehri şehri süslerken bir yandan da Westminster, Buckingham Palace, Tower of London derken tam bir kraliyet havası!
Tower of London’da öğrendim ki orada rehber olabilmek için kraliyete 25 yıl hizmet etmiş olmak gerekiyor. İşte bu tam bir İngiliz detayı. 😅
2. gün: Londra’nın kalbi
Bugün Londra’nın politik ve kültürel ruhunu daha çok hissettim. Big Ben’in 13,5 tonluk çanı, Westminster Abbey’nin tarihi dokusu, Trafalgar Meydanı’nın kalabalığı…
Bir de meşhur söz Winston Churchill’den kulağıma küpe oldu:
“Daimi dostluk yoktur, daimi ülke çıkarı vardır.”
Akşamı ise Londra’nın enerjik tarafıyla kapattım: Chinatown’un renkli sokakları, National Gallery’deki eserler ve günün sürprizi: Titanique müzikali! Titanic hikayesinin eğlenceli bir parodiyle sahneye taşındığını düşünün; kahkaha garantiliydi. 🎭
3. gün: Oxford, Castle Combe & Bath
Oxford’dayız! “Sığırların geçtiği yer” anlamına gelen bu şehir bugün dünyanın en prestijli üniversitelerinden biriyle anılıyor. 39 koleji, dünyanın dört bir yanından gelen öğrencileri ve tarihi binalarıyla adeta açık hava müzesi...
Ardından Castle Combe: İngiltere’nin en güzel köylerinden biri. Düşünün, 1600’lerden bu yana bir çivi bile çakılmamış! Her şey o kadar korunmuş ki zaman yolculuğu yapıyor gibisiniz.
Günün finali Bath. Roma döneminden kalma hamamlarıyla ünlü bu şehir Londra’dan sonra İngiltere’nin en pahalı kentiymiş. Bath Abbey’in ihtişamı ise akşam üstü ışıklarıyla daha da büyüleyiciydi.
4. gün: Cardiff, Chester & Liverpool
Cardiff’te kaldığımız otelde gece gece yangın alarmı çaldı! Neyse ki yanlış alarm çıktı (bir oda sakince sigara içmeyi denemiş). 😅 Şehir ise rugby ve futbol tutkusu ile yaşıyor.
Sonra Chester: Roma döneminden kalma surları, River Dee kıyısındaki manzarası ve 3,2 km uzunluğundaki yürüyüş yolu ile tam bir tarih sahnesi.
Ve nihayet Liverpool! Beatles’ın doğduğu şehir, dünyanın en hızlı liman işletmeciliği, görkemli katedrali ve Anfield Road stadı… Cavern Pub’da Beatles ruhunu hissetmek gerçekten tarifsizdi. 🎸
5. gün: Dublin
Hollyhead’den feribotla 3,5 saatlik yolculuk sonrası İrlanda’dayız! Vikingler’in kurduğu bu şehir, St. Patrick’in izleriyle dolu. Temple Bar’ın eğlenceli sokakları, Trinity College’ın ihtişamı ve Molly Malone heykeliyle Dublin tam bir ruh şehri.
Bir de çok hoşuma giden bir detay: Drogheda United futbol takımının armasında Osmanlı hilali var. Tarihe küçük bir selam!
6. gün: Belfast
Belfast’ta tarih biraz daha hüzünlü. IRA’nın hikayesi, şehirdeki duvar yazıları ve grafitiler hala geçmişin izlerini taşıyor. Volkaniklerden oluşan doğal ulusal miras "Devler Kaldırımı'nı" keşfetmek, Titanic’in yapıldığı tersaneleri gezmek ve Guinness birasının tadımını yapmak günün en özel anlarıydı.
7. gün: Glasgow
Belfast’tan feribotla İskoçya’ya geçtik. Glasgow beni sanayi şehri kimliği ve viski geliriyle (yılda 5,3 milyar pound!) karşıladı.
Kelvingrove Art Gallery’deki sanat eserleri, 12. yüzyıldan kalma katedrali, Rangers'in stadyumu Ibrox Park ve şehrin sembolü deve tabanı çiçeği… Derken günün finali: Falkirk Kelpies. Dev at heykelleri gün batımında gerçekten etkileyiciydi.
8. gün: Edinburgh
İskoçya’nın kalbi! Volkanik kayalar üzerine kurulu şehir, Edinburgh kalesi, Royal mile ve Holyrood Palace ile tam bir masal diyarı. Burada "Scotch whisky" deneyimi turunu yapmamak ayıp olurdu. 😅Parlamento binasında 129 koltuğu olan koalisyon hükümetiyle İskoçya doğalgaz ve petrol kaynaklarıyla da ayrı bir zenginlik barındırıyor.
9. gün: Durham, York & Leeds
Durham’da minik bir sürpriz: Otobüs şoförümüz Peter’e üçlü çektirme! 😂 Bu şirin kale şehri Harry Potter hayranları için de ayrı bir cennet; bazı sahneler burada çekilmiş.
York’ta ise gotik katedraliyle büyülendim, sokakları ise adeta bir Orta Çağ film platosu. KitKat’ın York çıkışlı olduğunu öğrenmek de tatlı bir sürprizdi. 🍫
Günün finali ise Leeds sokaklarında 1,5 saatlik gece turu ile oldu.
10. gün: Manchester & Stratford-upon-Avon
Manchester’da John Rylands kütüphanesi’nin ihtişamı beni büyüledi. Abraham Lincoln heykelinin yanındaki evsizlerin çadırları ise şehrin farklı yüzünü gösteriyordu.
Günün finali Stratford-upon-Avon: Shakespeare’in doğduğu ve öldüğü şehir. 3.000 kelimeyi literatüre kazandırmış bu deha bugün bile kentin her köşesinde hissediliyor. Shakespeare’in evi, mezarı, sokaklarda edebiyat ruhu… Muhteşem bir kapanıştı!
Kapanış
11 gün boyunca bir yandan tarih sayfaları arasında gezdim, bir yandan modern şehirlerin dinamizmini yaşadım. Kraliyet saraylarından pub kültürüne, köy yollarından büyük katedrallere kadar Büyük Britanya bana hem görsel hem kültürel bir şölen sundu.
Eğer bir gün “nereden başlamalıyım?” derseniz cevabım basit: Londra’dan başlayın ve yol sizi nereye götürürse oraya gidin. Çünkü Büyük Britanya’da her köşe başı ayrı bir hikaye anlatıyor. 🌍✨
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder