Hiperüretkenlik özünde “İnsanüstü tempoda çalışıyorum, duramam, durursam düşerim!” psikolojisinin kibar bir adı.
Karşınızda “Ben değilim ya bu!” deyip bir yandan gülümserken içten içe tokatlanmış hissedebileceğiniz semptom listesi:
Hiperüretkenlik aslında üç modern tetikleyicinin ortak çocuğu:
“Ben bugün 75 mail cevapladım.”
“Ben 3 proje teslim ettim.”
“Ben 4 saat uyudum, full çalıştım.”
Bu cümleler bir anda başarı göstergesine dönüştü.
Telefonumuz “Hadi işe dön” diyen sevimli ama toksik bir ev arkadaşı gibi.
Notion, Asana, Trello, Time-blocking…
O kadar çok verimlilik aracı var ki, bazen araçlar için bile araç gerekiyormuş gibi hissediyoruz.
Çünkü görünüşte “çok şey başarmak” gibi dursa da uzun vadede:
-
Tükenmişlik yaratıyor
-
Yaratıcılığı azaltıyor
-
Hayattan alınan keyfi düşürüyor
-
Üretkenliği bile düşürüyor (ironinin alasına bak)
Turbo modunda çalışan bir telefon gibi: hızlı, parlak, etkileyici…
Ama şarj çok hızlı bitiyor.
Köklü bir terapi gerektirmiyor merak etme. Başlamak için küçük hack’ler bile iş görüyor:
Boş zaman lüks değil. Şarj kablon.
Bir anda 8 proje değil, 1 odak.
Takvime “bir şey yapmama saati” eklemek normaldir.
(Özellikle de hiperüretkenlikten muzdaripsen)
“Gerçekten yapmam mı gerekiyor, yoksa sadece yapıyor mu olmak istiyorum?”
Bu soru bazen devrim yaratır.
Üretken olmak güzel. Ama hiperüretkenlik?
O sürekli hızlı koşan ama nereye gittiğini bilmeyen koşucu sendromu.
Gerçek başarı çoğu zaman hızda değil: denge, netlik ve sürdürülebilirlikte.
Bir günlüğüne frene bas, dünya dönmeye devam ediyor.
Hatta bazen sen durunca daha güzel dönüyor.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder