Logo

Logo

15 Eylül 2025 Pazartesi

5 günde İsviçre: Çikolatanın, saatin ve tarihin izinde bir yolculuk

İsviçre… Çoğumuzun aklına ilk gelenler çikolata, saat ve Alpler. Ama bu küçük ülke yalnızca doğasıyla değil; tarihi, kültürel dokusu ve şaşırtıcı toplumsal dinamikleriyle de insanı büyülüyor. İşte benim 5 günlük İsviçre yolculuğumdan notlar;

1. gün: Zürih’te ilk buluşma

Tur ekibimizle İsviçre’ye adım attığımız an “dakiklik” kelimesinin burada başka bir seviyede yaşandığını hemen hissettim. Ülkenin referandumlarla işleyen doğrudan demokrasisi, 12 yıl vergi ödeyerek kazanılan vatandaşlığı ve “polis toplumu” algısı kulağa sert gelebilir, ama bir yandan da burası güvenlik ve düzenin sembolü.

Ve elbette: Alplerin kalbinde musluktan suyun şelale tadında aktığı bir ülke!

Zürih’te günümüzü gölde iki saatlik tekne turuyla açtık. Şehir ihtişamını hem doğadan hem tarihten alıyor. Bahnhofstrasse’de dünyanın en pahalı mağaza kiralarının ödendiği caddede yürürken kendimi vitrinlerin değil de fiyat etiketlerinin turisti gibi hissettim. Limmat Nehri, Fraumünster kilisesi, Grossmünster manastırı ve St. Peterskirche derken şehri adeta zamanın içinde gezdim. Burjuva havası hala caddelerde hissediliyor.




2. gün: Heidi’nin köyünden Luzern’in hüznüne

Sabahı Grindelwald kasabasında karşıladık. 1.000 metre rakımıyla burası tam bir Alp masalı. Heidi’nin çizgi filmde bize hissettirdiği natürel yaşam burada gerçek. İsviçrelilerin mantar toplamak için bile sertifika programına sahip olduklarını öğrenince gülümsemekten kendimi alamadım. :) Doğadan ekonomiye uzanan yolculuk kasabayı hayvancılıktan turizm cennetine dönüştürmüş.

Öğleden sonra Luzern’deyiz. Mark Twain’in “dünyanın en hüzünlü heykeli” dediği Aslan anıtı 1789 Fransız devrimine atıfta bulunuyor ve İsviçrelilerin onuruna ithaf edilmiş. Şehirde ahşap yapılı Şapel köprüsünü geçerken kendimi orta çağ masalında buldum. Luzern’in merkezinde dolaşmak İsviçre’nin tarihi ile bugünü harmanlama sanatına şahit olmak gibi...






3. gün: Bern’den Cenevre’ye

3. günümüzde başkent Bern’deyiz. Ortaçağ mimarisinin ve Protestan ruhunun hala canlı olduğu bu şehirde sade bir yaşam felsefesi hissediliyor. Gotik Münster manastırı, Einstein’ın evi, Zytglogge saat kulesi derken zaman kavramı burada ayrı bir anlam kazanıyor. İsviçre ordusunun bağlı olduğu kent olması da Bern’e stratejik bir ağırlık katıyor.

Ardından Cenevre… Tam bir Frankofon başkenti. BM’nin yönetici ofisini dışarıdan da olsa görmek diplomasinin kalbinde dolaşmak gibiydi. Rhone nehri, Montblanc köprüsü, İngiliz parkı derken kendimi bir dünya mozaiğinin içinde buldum. Rousseau adası’nda toplumsal sözleşmenin izleri, St. Pierre katedralinde ise sekülerliğin ve protestanlığın kökleriyle yüzleşmek… Cenevre felsefe ile politikanın harmanlandığı bir kent olarak akıllarda kaldı.




4. gün: Lozan’dan Montrö’ye tarih yürüyüşü

Bugün adeta tarih dersi gibiydi. Lausanne Türkiye Cumhuriyeti’nin “tapu belgesi” niteliğindeki 1923 Lozan anlaşmasına ev sahipliği yapmış. Şehirde Palais de Rumine’de bu tarihi imzaların atıldığı mekanı görmek bir Türk vatandaşı olarak oldukça duygulandırıcıydı. Notre Dame katedrali ve Chateau de Chillon ile de şehrin Ortaçağ ruhu yaşatılıyor.

Ardından Montreux… 1936 Montrö Boğazlar sözleşmesinin imzalandığı saraydaydık. Günümüzde bile Kanal İstanbul tartışmalarında adı geçen bu anlaşmanın doğrudan mekanında bulunmak tarihi kağıt üzerindeki satırlardan çıkarıp taş duvarlara dokunmak gibiydi.




5 günlük İsviçre turundan aklımda kalanlar

İsviçre saatlerin dakik, çikolatanın tatlı ama tarihin hiç de yumuşak olmadığı bir ülke. Küçük bir coğrafyada hem doğanın huzurunu hem de siyasetin keskinliğini hissetmek mümkün.

Bana kalırsa İsviçre’nin en büyük sırrı şu: Dışarıdan sakin görünen bir gölün altında; tarih, kültür ve politika sürekli hareket halinde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder